Home

  • Üniversite Tez Çalışması

    Mühendislik bilimlerinde son sınıfa gelmiş her öğrenci için Üniversite Tez Çalışması mezuniyetin önündeki son engel gibi görünür. Halbuki tez engel değil, dört senelik eğitim hayatında öğrencilere öğrendiklerini uygulama imkanı veren tek derstir. Tabii ki staj yapan, yahut okurken yeni bir şeyler üretmek için çabalayanları tenzih ediyorum.

    Üniversite Tez Çalışması

    Benim için tez, geçtiğimiz yıllarda yaptığım iki adet tasarım projesini taçlandıracak yeni bir basamak. Tasarım projelerim sırası ile şunlardı:

    – Yapay sinir ağları ile bakır fiyatlarının tahmin edilmesi. (başarı oranı %72)

    – Yeni bir algoritma ile text mining yapılması (başarı oranı %92.4)

    Bunlar, özel çalışmaların haricinde sadece iki adet tasarım dersinden geçmek için yaptığım çalışmalardı. Tabii ki tez çalışmamda da bunları bir adım daha ileri taşımak istiyorum.

    Gelgelelim ben bu yazıyı kendi tezimi anlatmak için yazmıyorum, en kısa zamanda yazacağım, bunu yazış amacım tez konusundaki algı.

    Tez çalışmanızda aldığınız mühendislik eğitiminin çok çok altında, bir lise öğrencisinin anlayabileceği bir ürün dahi ortaya koysanız geçersiniz. Atla deve değil. Ancak dört sene boyunca “abiii bidibidi dersindin cibi almişiiim” diye ağlanan arkadaşlara da tezde sallapati bir çalışma yapmak yahut da yapılmış bir şeyi alıp “bilmimninin bilmimnirdi uygulaması” şeklinde yayınlamak, bunu sunmak yakışmıyor. Eğer yakıştığını düşünüyorlarsa dönemin bakanının “Türkiye ara eleman ülkesidir, mucit çıkaramayız” (kaynak) demecini haklı çıkarmış olur. Dört sene eğitim almış, zeki insanların da ara eleman olmayı kendilerine yakıştırmaları, ziyadesi ile saçma. Kabul edilemez.

    Öğretim üyelerimiz son derece bilgisiz, modern dünyaya adaptasyon sorunu yaşayan kişiler olabilirler, bu konuda hak veririm, ancak her okulda her bölümde bir kaç tane, iyi, bilgili, yeni teknolojilere uyum sağlamış hoca vardır. Onları bulmak da zaten bir şeyler üretmek isteyen öğrencinin görevidir.

    Tez (sav, iddaa) öne sürülen bir önermenin doğruluğunu deneyerek kontrol etmektir. Bir tezin kalitesi sonucun olumlu ya da olumsuz olmasına değil, yapılan incelemelerin kalitesine, tarafsızlığına ve rasyonelliğine bağlıdır.

    Üniversite Tez Çalışması

    Ülkemizin inovatif gelişiminin sürmesi için, hepimiz “ara eleman” yaftasını kırmak için elimizden geleni yapmalıyız. Eğer, mühendisilik bölümlerinde her bir birey, yenilik yapmak, yeni bir yöntem bulmak, yeni bir şey icat etmek için kullanırsa tez çalışmalarını, her okuldan her yıl en az bir “1” yeni patent çıkması işten bile değil.

    “Ama biz micit miyiz?”

    Kimse doğuştan mucit değil, yeterince çalışma ile her istediğimizi yapacak kadar zeki insanlarız.

    Sözün özü: tez çalışmaları bize, yeni bir şey öğrenmek, yeni bir şey üretmek ya da var olanı geliştirmek için eşsiz bir fırsat. Bu fırsat hepimizi, iş hayatına girişte bir adım öne geçirebilir.

  • Üniversite Tez Çalışması

    Mühendislik bilimlerinde son sınıfa gelmiş her öğrenci için Üniversite Tez Çalışması mezuniyetin önündeki son engel gibi görünür. Halbuki tez engel değil, dört senelik eğitim hayatında öğrencilere öğrendiklerini uygulama imkanı veren tek derstir. Tabii ki staj yapan, yahut okurken yeni bir şeyler üretmek için çabalayanları tenzih ediyorum.

    Üniversite Tez Çalışması

    Benim için tez, geçtiğimiz yıllarda yaptığım iki adet tasarım projesini taçlandıracak yeni bir basamak. Tasarım projelerim sırası ile şunlardı:

    – Yapay sinir ağları ile bakır fiyatlarının tahmin edilmesi. (başarı oranı %72)

    – Yeni bir algoritma ile text mining yapılması (başarı oranı %92.4)

    Bunlar, özel çalışmaların haricinde sadece iki adet tasarım dersinden geçmek için yaptığım çalışmalardı. Tabii ki tez çalışmamda da bunları bir adım daha ileri taşımak istiyorum.

    Gelgelelim ben bu yazıyı kendi tezimi anlatmak için yazmıyorum, en kısa zamanda yazacağım, bunu yazış amacım tez konusundaki algı.

    Tez çalışmanızda aldığınız mühendislik eğitiminin çok çok altında, bir lise öğrencisinin anlayabileceği bir ürün dahi ortaya koysanız geçersiniz. Atla deve değil. Ancak dört sene boyunca “abiii bidibidi dersindin cibi almişiiim” diye ağlanan arkadaşlara da tezde sallapati bir çalışma yapmak yahut da yapılmış bir şeyi alıp “bilmimninin bilmimnirdi uygulaması” şeklinde yayınlamak, bunu sunmak yakışmıyor. Eğer yakıştığını düşünüyorlarsa dönemin bakanının “Türkiye ara eleman ülkesidir, mucit çıkaramayız” (kaynak) demecini haklı çıkarmış olur. Dört sene eğitim almış, zeki insanların da ara eleman olmayı kendilerine yakıştırmaları, ziyadesi ile saçma. Kabul edilemez.

    Öğretim üyelerimiz son derece bilgisiz, modern dünyaya adaptasyon sorunu yaşayan kişiler olabilirler, bu konuda hak veririm, ancak her okulda her bölümde bir kaç tane, iyi, bilgili, yeni teknolojilere uyum sağlamış hoca vardır. Onları bulmak da zaten bir şeyler üretmek isteyen öğrencinin görevidir.

    Tez (sav, iddaa) öne sürülen bir önermenin doğruluğunu deneyerek kontrol etmektir. Bir tezin kalitesi sonucun olumlu ya da olumsuz olmasına değil, yapılan incelemelerin kalitesine, tarafsızlığına ve rasyonelliğine bağlıdır.

    Üniversite Tez Çalışması

    Ülkemizin inovatif gelişiminin sürmesi için, hepimiz “ara eleman” yaftasını kırmak için elimizden geleni yapmalıyız. Eğer, mühendisilik bölümlerinde her bir birey, yenilik yapmak, yeni bir yöntem bulmak, yeni bir şey icat etmek için kullanırsa tez çalışmalarını, her okuldan her yıl en az bir “1” yeni patent çıkması işten bile değil.

    “Ama biz micit miyiz?”

    Kimse doğuştan mucit değil, yeterince çalışma ile her istediğimizi yapacak kadar zeki insanlarız.

    Sözün özü: tez çalışmaları bize, yeni bir şey öğrenmek, yeni bir şey üretmek ya da var olanı geliştirmek için eşsiz bir fırsat. Bu fırsat hepimizi, iş hayatına girişte bir adım öne geçirebilir.

  • Java Rest Servis Denemesi Yaptım

    Java ile ufak tefek şeyleri hep yapardım. Android uygulamaları, küçük oyunlar yapmışlığım da vardı. Ancak Java ile web üzerinde çalışacak bir şey yapmak her zaman kabusum olmuştu. Sunucuların ve uygulamanın konfigürasyonunu yapmanın zor olması ve bir kaç gün üst üste duvara çarpmamla zaten her defasında bu isteğim son buluyordu.

    Geçen gün kafama koydum, java ile bir Rest Servis yazacağım. En azından post istekler üzerine veritabanına bağlanıp cevap verebilen bir şeyler ortaya çıkaracağım.

    Deneme yapmaya karar vermemdeki en büyük etken, her şeyin standart olduğu bir ortamda çalışmanın daha kolay olmasıydı. Bu sadece “x işi y dilinde nasıl yapılır” “y için x kütüphanesi” aramalarıma son vermek için bile yapabileceğim bir şeydi.

    Ancak tahmin ettiğiniz gibi bu mimariye alışık olmayan, bilmeyen biri için hiç kolay olmadı. Eclipse’e web developer tools kategorisinde işime yarayacak her şeyi kurarak başladım. Sunucu olarak gözüme en kolay görünen Tomcat oldu.

    Jersey
    Jersey

    Daha sonra bu iş için bir Jax-RS implementasyonu bulmam gerekliydi. Jersey en uygun gözüken kütüphane idi. Maven gereksinimleri listeme son sürümü ile ilgili girdiyi de ekledim. Tabii bunun bana geri dönüşü iyi olmadı.

    İnternette Jersey ile iligli bulanan eğitsellerin tamamı, 1.X sürümü için, 2.X sürümü için pek de fazla kaynak yok. E tabi web.xml dosyasında da doğru konfigürasyonunu uygulama başlatılamıyor. 1 günlük bir uğraş sonunda ekrana merhaba yazdırdım.

    Sıra geldi bir nesneyi serialize edip ekrana json yahut xml yazdırmaya. Öncelikli isteği json idi, çünkü bütün havalı çocuklar json kullanıyor.

    Meğer bunun için, Jersey’e “bak kardeş senin json kütüphanen bu” diye bir kütüphane göstermek gerekiyormuş. Bunun için de Jackson isimli kütüphaneyi sistemime tanıttım. Artık yazdığım Beanleri okuyup geri döndürebiliyorum, dedim ki bu iş tamam artık. Bir de DB bağlantısı koydum mu testim tamam. Derken aklıma geldi…

    Cross Origin Request, POST ile bir istek yapmak istediğiniz sunucunun sizin isteğinizi kabul etmesi için size izin vermesi gerekiyor. Cors için de yine web.xml dosyasını değiştirmek gerekiyor, yine 2.X sürümü için gerekli konfigürasyonu bulmak zor oldu. Ancak stack overflow’daki abiler yardım etti bu kez de.

    Çalıştırdım…

    Evet, toplamda 2 günlük çeşitli denemeler sonucunda istediğim şeyi başardım. Mobil bir uygulamadan cevap bile aldım.

    İzlenimlerim:

    • PHP gibi bir dil değil Java, (PHP dilini de çok güzel buluyorum lakin) çok daha rahat ettim. Tanımladığın nesnenin ne olduğunu anlamak için başka bir dosyaya açıp bakmam gerekmedi. Sonuçta aklımda tutamam sürekli.
    • JSON döndürmek için ekstra bir efor sarfetmedim. Produces anotasyonuna ne dönmek istediğimi verdiğimde sunucu artık o objeyi ona çevirip geri döndü.
    • Eclipse Java’ya tam olarak oturduğu için, kod yazarken bana büyük kolaylıklar sağladı. Birçok gereksiz işi benim yerime halleti
    • Maven’i de ilk defa kullandım. Ve açıkçası, sürümleri kendimin yönetiyor olmam yerine, bir yazılımın değiştirmeden sonraki ilk build anında kendisi hallediyor olması çok hoşuma gitti.
    • İnternette hep “Java ile web servisi yazmak, PHP, Python, RoR a göre çok yavaştır” diyorlardı. Açıkçası böyle bir hız farkı hissetmedim. PHP ile de bunun denemesini yapmıştım, açıkçası çok daha fazla tanımlama yapmam, daha çok şeyi kodlamam gerekiyor diye düşünmütüm. Ancak arada çok çok az fark oldu.
    • Karşımda daha az karışık bir uygulama vardı, package’lar aracılığı ile, uygulamanın karışıklığı epeyce düştü benim algılamam kolaylaştı.
    • Exception Handling bir scriptteki gibi değil, gerçekten hatanın ne olduğu ile ilgili istediğim gibi araştırma yapabiliyorum. İstediğim gibi hatalar dönebiliyorum.

     

    Açıkçası yukarıdaki kazançlar bana yetti de arttı 🙂

    Kısaca Java ile web teknolojilerinin kullanımını çok beğendim. Gerçekten iyi bir teknoloji olmasa bu kadar pay sahibi olmazdı diye düşünüyorum. Eğer yardımcı olmamı isteyen olursa konfigürasyon dosyalarını sizinle paylaşabilirim.

    Siz de bu konuda aklınızdan geçenleri yorumlarınız ile bizimle paylaşabilirsiniz.

  • Ah Nerede O Eskiler

    Bugün Barış Ağabey’i andık.

    Ülkece, sağcı solcu ayırt etmeden, fakir, zengin demeden herkesin çok sevdiği bir isimdi. Samimi, içtendi. O dönemin çocukları olan bizler için ise Barış Ağabey idi.

    “On puan on puan on puan” derdi yarışmasında misafir ettiği miniklere. Dünyayı gezdiği programlar yaptı. Saygıyla anıyorum, Barış Ağabey duygusuna ülkece en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde.

    Barış Manço

    Bugün konu Barış Ağabey’den açılınca ben de doksanlardaki müziklere baktım, o yılların televizyon programlarına, tartışma programlarına baktım. İçten ve samimi. Söyleyebileceğim tek şey bu.

    Hükümet baskısı var konularına girmek istemiyorum, zira sanatçı olduğunu iddaa eden bir kişinin baskılara boyun eğmesi kabul edilemez.

    Şarkıların berbat olduğu gerçeğini zaten epeydir kabullenmiştim, ancak “Türkiye’de müzik tarihi” denince söyleyecek üç kelimesi olmayan zatların kendilerini müzisyen ilan etmesi gerçekten saçma. Sanatçıların toplumu sürüklediğini göz önüne aldığınızda, bu tiplerin toplumu sürükleyeceği yer en fazla yüzeysel salaklar bataklığı olabilir.

    Haydi diyelim ki müzisyenler çok göz önünde değil. Ancak televizyonlar, günde 24 saat, yüzlerce kanal, saçmalık yayınlıyorlar. Kendi sahte pisliklerini topluma bulaştırmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Herkesin zengin olduğu hayali bir toplumları var dizlerinde, kötü adamlar bile içki sigara içmiyor, kötü adamlar küfür etmiyor. Sigaralar içkiler buzlanıyor ancak silahlar, kanlar hepsi açıkta. Televizyonlar sürekli şiddet pornografisi yayınlıyorlar.

    images

    Eskiden böyle değildi sanki, ailecek izleyecek bir iki şey olurdu. 7 Numara, Süper Baba vardı. Mahallenin Muhtarları vardı. Şimdiki diziler sanıyorum ki Finlandiye yahut İsviçrede geçiyor. Toplumun genel olarak önemsediği değerlerden bir haber gençler zengincilik oynuyor sadece. O dizileri oynayan gençlere zengincilik rolü ile magazinsel, lüks tüketimsel bir hayat pompalıyorlar. Dizilerin hiç birinde, kurban yahut ramazan olmuyor, yahut 29 Ekime denk gelmiyor. Belki de Mars’ta geçiyordur.

    E tabi bu deli saçması şeyler izlenince yapımcılar da ceplerine akan paranın durmaması için, aynı şeyleri tekrar edip duruyorlar.

    Lütfen kumanda elinde değiştir muhabbeti yapmayın, ben değiştirebilirim belki ama bunların verdiği mesajları sindiren, milyonlarca genç var bu ülkede. Kurtlar Vadisinden sonra yüzlerce Polat Alemdar türemedi ortalıkta? “Derin devletten sonra mafya tikli” adamlar.

    Eskiler daha samimiymiş gerçekten. 7 Numarada kirayı, elektrik faturasını düşünen gençler var. Aynı çatı altında kültürel çatışmalarını hep güzel yollarla aşmaya çalışıyorlar.

    Siyaset Meydanı vardı eskiden. Barış Manço, Cem Karaca, Ahmet Kaya konuk olmuş, asla da laflarını esirgememişler. Korkmamışlar “Albümlerimiz satmaz” diye. Youtube’da şu adresten izleyebilirsiniz: https://www.youtube.com/watch?v=K9yCNl4sEHY

    Bazen bakıyorum da, şu samimiyetsiz iki yüzlü programları izleyeceğimize, bu salak adamların hayat tarzını magazin programlarında bize pompalayacaklarına, cesaret edip, yeni bir şeyler deneyecek yapımcılar, kanallar olsaydı.

    Eskilere erken yaşta bakabilme şansı bulmuş gençliğin bir ferdi olarak ben dahi “ah nerede o eskiler” demeye başladım.

  • Ah Nerede O Eskiler

    Bugün Barış Ağabey’i andık.

    Ülkece, sağcı solcu ayırt etmeden, fakir, zengin demeden herkesin çok sevdiği bir isimdi. Samimi, içtendi. O dönemin çocukları olan bizler için ise Barış Ağabey idi.

    “On puan on puan on puan” derdi yarışmasında misafir ettiği miniklere. Dünyayı gezdiği programlar yaptı. Saygıyla anıyorum, Barış Ağabey duygusuna ülkece en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde.

    Barış Manço

    Bugün konu Barış Ağabey’den açılınca ben de doksanlardaki müziklere baktım, o yılların televizyon programlarına, tartışma programlarına baktım. İçten ve samimi. Söyleyebileceğim tek şey bu.

    Hükümet baskısı var konularına girmek istemiyorum, zira sanatçı olduğunu iddaa eden bir kişinin baskılara boyun eğmesi kabul edilemez.

    Şarkıların berbat olduğu gerçeğini zaten epeydir kabullenmiştim, ancak “Türkiye’de müzik tarihi” denince söyleyecek üç kelimesi olmayan zatların kendilerini müzisyen ilan etmesi gerçekten saçma. Sanatçıların toplumu sürüklediğini göz önüne aldığınızda, bu tiplerin toplumu sürükleyeceği yer en fazla yüzeysel salaklar bataklığı olabilir.

    Haydi diyelim ki müzisyenler çok göz önünde değil. Ancak televizyonlar, günde 24 saat, yüzlerce kanal, saçmalık yayınlıyorlar. Kendi sahte pisliklerini topluma bulaştırmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Herkesin zengin olduğu hayali bir toplumları var dizlerinde, kötü adamlar bile içki sigara içmiyor, kötü adamlar küfür etmiyor. Sigaralar içkiler buzlanıyor ancak silahlar, kanlar hepsi açıkta. Televizyonlar sürekli şiddet pornografisi yayınlıyorlar.

    images

    Eskiden böyle değildi sanki, ailecek izleyecek bir iki şey olurdu. 7 Numara, Süper Baba vardı. Mahallenin Muhtarları vardı. Şimdiki diziler sanıyorum ki Finlandiye yahut İsviçrede geçiyor. Toplumun genel olarak önemsediği değerlerden bir haber gençler zengincilik oynuyor sadece. O dizileri oynayan gençlere zengincilik rolü ile magazinsel, lüks tüketimsel bir hayat pompalıyorlar. Dizilerin hiç birinde, kurban yahut ramazan olmuyor, yahut 29 Ekime denk gelmiyor. Belki de Mars’ta geçiyordur.

    E tabi bu deli saçması şeyler izlenince yapımcılar da ceplerine akan paranın durmaması için, aynı şeyleri tekrar edip duruyorlar.

    Lütfen kumanda elinde değiştir muhabbeti yapmayın, ben değiştirebilirim belki ama bunların verdiği mesajları sindiren, milyonlarca genç var bu ülkede. Kurtlar Vadisinden sonra yüzlerce Polat Alemdar türemedi ortalıkta? “Derin devletten sonra mafya tikli” adamlar.

    Eskiler daha samimiymiş gerçekten. 7 Numarada kirayı, elektrik faturasını düşünen gençler var. Aynı çatı altında kültürel çatışmalarını hep güzel yollarla aşmaya çalışıyorlar.

    Siyaset Meydanı vardı eskiden. Barış Manço, Cem Karaca, Ahmet Kaya konuk olmuş, asla da laflarını esirgememişler. Korkmamışlar “Albümlerimiz satmaz” diye. Youtube’da şu adresten izleyebilirsiniz: https://www.youtube.com/watch?v=K9yCNl4sEHY

    Bazen bakıyorum da, şu samimiyetsiz iki yüzlü programları izleyeceğimize, bu salak adamların hayat tarzını magazin programlarında bize pompalayacaklarına, cesaret edip, yeni bir şeyler deneyecek yapımcılar, kanallar olsaydı.

    Eskilere erken yaşta bakabilme şansı bulmuş gençliğin bir ferdi olarak ben dahi “ah nerede o eskiler” demeye başladım.

  • 2014 Yılında En Beğendiğim Teknolojiler

    2014 yılı benim için pek çok teknolojiyi denemek için bir fırsat gibiydi. Phonegap, Node, Composer, Node WebKit gibi teknolojileri deneme şansım oldu. Belki bana sen çok geç kalmışsın diyeceksiniz ancak sıra ancak geliyor.

    html5

    Değerlendirmeye başlamadan önce şunu söylemek istiyorum, kendimden çok daha tecrübeli uzun süredir yazılım sektöründe yer alan kişilerle konuştuğum zaman, bu yeni teknolojilerden önce her şeyin çok daha zor olduğundan söz ettiler. Bu teknolojilerin ortak yanları, çoğunlukla script dillerine dayanmaları. Belki de gelecek script dillerindedir. Çok alanda kullanıma yönelik script dillerinin sayısı arttıkça daha iyi göreceğiz bunu.

    Phaser: Phaser bir HTML5 oyun kütüphanesi. İçerisinde fizikten tilemape kadar pek çok sınıf yer alıyor. Farklı fizik modellerini bile kendi içerisinde barındıran bu kütüphane, ses konusunda bile HTML5 teknolojisini sonuna kadar kullanıyor. Yaptığım denemelerde performansının, kullanım kolaylığının çok iyi olduğunu tespit ettim. Eğer oyun yapımı ile ilgileniyorsunuz gerek masaüstünde gerekse mobilde denenebilir.

    Composer: Composer, Node teknolojisindeki Node Package Manager’in bir muadili. Yeni nesil PHP frameworklerinin içerisinde paketleri yönetmede kullanılıyor. Özellikle Symfony ve Laravel frameworkünün parçaları composer ile yönetiliyor. Üstelik artık bir framework için yazdığınız bir özelliği bir diğerine geçirirken sorun yaşamıyorsunuz. Çünkü bu paketler üretildikleri anda çoklu kullanıma hazır oluyor.

    PhoneGapLogo

    Phonegap: Bu konuyu daha önce de yazmıştım. Phonegap, hibrit uygulamalar üzerine biraz konuşmuştum diye hatırlıyorum. Ancak bir kez daha değenilebilecek bir konu. Normalde uygulamaları native olarak yaptığımızda her bir kütüphane, her bir ekran diğer uygulamaya ait dil ile bir kez daha tasarlanması gerekiyor. Ancak phonegap sayesinde bir çok konuyu standart bir javascript ile halletmeniz mümkün oluyor.

    Evet kabul edelim, performans, güvenlik ve şarj konusunda hala bir takım sıkıntılar var. Ancak bunlar yarın bir gün aşılabilir. Bunlar değişmeyecek şeyler değil, mutlaka yarın bir gün bu problem çözülecek. Ancak hali hazırda düşük güvenlik gereksinimi olan, daha düşük işlem kapasitesine ihtiyaç duyan uygulamalarda kullanılabilir.

    İçerikNode: Node temel olarak javascript’in server side olarak kullanılıp sunucu taraflı işlemlerin yapılması işini görüyor. Henüz yeni bir teknoloji olmasına rağmen API’sinin büyük bir kısmı stabil olarak işaretlenmiş durumda. Üstelik büyük bir topluluğu olduğu için sorunların çözülmesi, örnekler bulunması da çok kolay.

    Açıkçası ilk denememden önce performansının yeterli olmayacağını düşünüyordum. Denememi yapmamın ardından, MongoDb+Nodejs performansının PHP yahut Python’dan aşağı kalır yanı olmadığını gördüm. Hatta pek çok konuda daha da hızlı çalışabiliyor. Üstelik Gerçek Zamanlı uygulamalarda diğer dillerden çok daha iyi ve kullanışlı. Hiç yoktan prototipleme için kullanılabilir ve prototipleme zamanını düşürebilir.

    Node WebKit: Node kütüphanelerini kullanarak web sayfası tasarlar gibi masaüstü uygulamalar yapmaya yarayan bu yapıyı tam olarak test ettiğim söylenemez. Ancak GameDev Tycoon isimli oyun bu teknolojiyi kullanıyor, Github Atom da bu teknolojiyi temel alıyor ve her ikisinde de pek bir sorun yaşamadım. Hatta internette görene kadar GameDev Tycoon’u native bir oyun sanıyordum 🙂

    Sonuç: Bu yıl açık kaynaklı, hızlı geliştirme odaklı sistemleri deneme şansı buldum. Gelecekte bu teknolojilerin gelişme hızının artacağını düşünüyorum. Artık şirketler geliştirmelerini çok daha hızlı ve ucuza tamamlamak istiyor. Bu teknolojilere eğilim arttıkça, bu teknolojilerin geliştirme hızları da artacak.

  • Dünyayı Kaybediyoruz

    Merhabalar,

    Bu sıralar iş yoğunluğundan, sürekli teknolojinin içinde kalmaktan, teknoloji yazısı yazmak istemiyorum. İçimden gelmiyor doğrusu. Bu aralar beni çok efkarlandıran başka bir konu var. Dünya’yı kendimiz işgal edip, kendi soyumuzu kırıp, kendimizi buralardan göndereceğiz.

    Gerçekten bu konuda çok umutsuzum, küresel ısınmaya karşı deliller üretmeye çalışan sözde bilim insanları, gözlerini para hırsı bürümüş şirket patronları, kapitalistler birlik olmuş insanlığa karşı savaş açmış gibiler. Bütün kaynaklarımızı yavaş yavaş bitiriyoruz, konu sadece su ile ilgili değil, yediğimiz şeylerin kontrolünü kaybediyoruz, giysilerimizin kontrolünü kaybediyoruz, bilgisayarların üretiminde doğaya verdiği zararı göz ardı ediyoruz, hız her şey gibi davranmaya başladık. Akıllı telefonların en yenisine sahip olamazsak sanki bu bizi mutsuz edecek gibi düşünüyoruz. Halbuki bir telefonun üretiminin kaynaklarımızdan ne kadarını götürdüğünü, karbon ayak izini hiç düşünmüyoruz.

    Düşünsenize, bundan 40 sene önce yediğiniz sebzenin tohumunu düşünme derdinde değildiniz. Ancak artık durum böyle değil. Tohumu hangi ülkenin, hangi şirketin ürettiğini düşünmek zorundasınız. Genetiği ne kadar değiştirildi, nesi değiştirildi, bunların hepsini düşünmek ve bunlar için endişe duymak zorundasınız.

    Üstelik yediklerinizin sizin vücudunuz üzerinde ne etkiler yapacağı hakkında herhangi bir bilgimiz yok. Hazır gıdalarda bolca bulunan fruktoz şurubunun ticaretini yapan şirketler ile obezite cerrahisinden para kazanan şirketler aynı. Tesadüfen mi yatırım yaptılar acaba iki işe?

    Bakınca belki de Canan Karatay haklıdır diyorum, meyveye bile güvenmek mümkün değil.

    Bir de küresel ısınma, içme suyu kaynaklarımızın kirlenmesi durumu var ki hiç girmek istemiyorum. Dünya’yı her gün biraz daha mahvediyoruz. Bugün aksiyona geçip, önlemler almaya başlarsak, 180 yılda normale dönme eğilimleri başlayacakmış Dünya’nın. Ama böyle devam edersek, başka gezegenelerde yerleşmek için yer aramaktan başka da şansımız kalmayacak.

    25305644

    Yoksa bu Dünya’mız bize daha fazla ev sahipliği yapamayacak.

    Dünya ile ilgili kısma çok girmek istemiyorum. Yol yakınken tarım konusuna girmek istiyorum.

    Tarım ürünleri her geçen gün daha değerleniyor bu kocaman dünyada ve ülkemizin bir tarım politikası yok. Bırakın olumlu bir politikayı, olumsuz bir politika dahi yok ortada. Çiftçiler sürekli zararda, borçlu, tarlaları fabrikalara satıp şehre gitmenin derdinde çiftçiler.

    Kimse aç kaldığı yerde yaşayamaz. Eğer hayatınız bir tek tarıma bağlıysa, onunla geçinip, çocuklarınızı okutmanız çok mümkün gözükmüyor. Üstelik pazardaki fiyat yüksekliğinin tek sebebi aracılar. Başa sarmış gibi olmak istemiyorum, ancak yediğimiz mevye ve sebzenin ne olduğu da belli değil.

    Bunların değiştiğini görmek tek dileğim, çiftçinin güldüğünü görmek istiyorum. Köylerde yaşayan mutlu insanlar olduğunu görmek istiyorum. Meyve sebzeyi kime satacağız diye düşünmeyen insanlar görmek istiyorum.

    Güzel beslenen bir ülkenin bireyi olmak istiyorum.

  • Dünyayı Kaybediyoruz

    Merhabalar,

    Bu sıralar iş yoğunluğundan, sürekli teknolojinin içinde kalmaktan, teknoloji yazısı yazmak istemiyorum. İçimden gelmiyor doğrusu. Bu aralar beni çok efkarlandıran başka bir konu var. Dünya’yı kendimiz işgal edip, kendi soyumuzu kırıp, kendimizi buralardan göndereceğiz.

    Gerçekten bu konuda çok umutsuzum, küresel ısınmaya karşı deliller üretmeye çalışan sözde bilim insanları, gözlerini para hırsı bürümüş şirket patronları, kapitalistler birlik olmuş insanlığa karşı savaş açmış gibiler. Bütün kaynaklarımızı yavaş yavaş bitiriyoruz, konu sadece su ile ilgili değil, yediğimiz şeylerin kontrolünü kaybediyoruz, giysilerimizin kontrolünü kaybediyoruz, bilgisayarların üretiminde doğaya verdiği zararı göz ardı ediyoruz, hız her şey gibi davranmaya başladık. Akıllı telefonların en yenisine sahip olamazsak sanki bu bizi mutsuz edecek gibi düşünüyoruz. Halbuki bir telefonun üretiminin kaynaklarımızdan ne kadarını götürdüğünü, karbon ayak izini hiç düşünmüyoruz.

    Düşünsenize, bundan 40 sene önce yediğiniz sebzenin tohumunu düşünme derdinde değildiniz. Ancak artık durum böyle değil. Tohumu hangi ülkenin, hangi şirketin ürettiğini düşünmek zorundasınız. Genetiği ne kadar değiştirildi, nesi değiştirildi, bunların hepsini düşünmek ve bunlar için endişe duymak zorundasınız.

    Üstelik yediklerinizin sizin vücudunuz üzerinde ne etkiler yapacağı hakkında herhangi bir bilgimiz yok. Hazır gıdalarda bolca bulunan fruktoz şurubunun ticaretini yapan şirketler ile obezite cerrahisinden para kazanan şirketler aynı. Tesadüfen mi yatırım yaptılar acaba iki işe?

    Bakınca belki de Canan Karatay haklıdır diyorum, meyveye bile güvenmek mümkün değil.

    Bir de küresel ısınma, içme suyu kaynaklarımızın kirlenmesi durumu var ki hiç girmek istemiyorum. Dünya’yı her gün biraz daha mahvediyoruz. Bugün aksiyona geçip, önlemler almaya başlarsak, 180 yılda normale dönme eğilimleri başlayacakmış Dünya’nın. Ama böyle devam edersek, başka gezegenelerde yerleşmek için yer aramaktan başka da şansımız kalmayacak.

    25305644

    Yoksa bu Dünya’mız bize daha fazla ev sahipliği yapamayacak.

    Dünya ile ilgili kısma çok girmek istemiyorum. Yol yakınken tarım konusuna girmek istiyorum.

    Tarım ürünleri her geçen gün daha değerleniyor bu kocaman dünyada ve ülkemizin bir tarım politikası yok. Bırakın olumlu bir politikayı, olumsuz bir politika dahi yok ortada. Çiftçiler sürekli zararda, borçlu, tarlaları fabrikalara satıp şehre gitmenin derdinde çiftçiler.

    Kimse aç kaldığı yerde yaşayamaz. Eğer hayatınız bir tek tarıma bağlıysa, onunla geçinip, çocuklarınızı okutmanız çok mümkün gözükmüyor. Üstelik pazardaki fiyat yüksekliğinin tek sebebi aracılar. Başa sarmış gibi olmak istemiyorum, ancak yediğimiz mevye ve sebzenin ne olduğu da belli değil.

    Bunların değiştiğini görmek tek dileğim, çiftçinin güldüğünü görmek istiyorum. Köylerde yaşayan mutlu insanlar olduğunu görmek istiyorum. Meyve sebzeyi kime satacağız diye düşünmeyen insanlar görmek istiyorum.

    Güzel beslenen bir ülkenin bireyi olmak istiyorum.

  • Başarının Kaynağında CRM

    CRM günümüzün en popüler konu başlıklarından biri. Pazarlamaya meraklı olan herkes, CRM çalışmalarını takip ediyor, izliyor. Bu konunun tabii ki bazı bilimsel teorileri var. Ancak malumunuz “modern aydınlanma” gereği herkes herşeyi biliyor. Ancak uygulama pratiklerinden mahrum olduğumuzdan başarıyı yakalayamıyoruz.

    Başarının Kaynağında CRM

    CRMŞirketler için eski müşterileri korumak yeni müşteriler edinmeye göre %60 daha az maliyetlidir. Bu nedenle şirketler CRM uygulamalarını ve müşteri kanallarını güçlü tutarak, mevcut müşteriyi elde tutmaya çalışırlar.

    Bu yazıyı uzun süredir yazmak aklımdaydı fırsat bugüneymiş.

    Başarılı bir CRM örneği

    Eskiden mahallelerimizin bakkalları hepimizi tanırdı, kasap adımızı bilirdi, ne alacağımızı, neyin bize uygun olduğunu bize söylerlerdi markete girdiğimizde, şimdi ise sadece alışveriş yapıp marketten uzaklaşıyoruz. Geçtimiz kurban bayramında televizyonlarda her sene olduğu gibi kurbanlıklarını satamayan çobanların haberleri vardı. Ancak bir örnek buna karşı geliyordu.

    Erzurumdan yola çıkan bir çoban, İstanbula gelirken geçen yıllarda ürün sattığı müşterilerinin o zaman yazdığı telefon numaralarını tek tek arıyor. Geçen sene benden almıştınız memnun kaldıysanız yine getiriyorum bu yıl. Diyor. Ve henüz yoldayken bütün koyun ve danalarını satıp sıkıntı yaşamıyor.

    Bir çobandan bizlere CRM dersleri geliyor.

    1) Müşterilerinizle birebir ilişki kurun. Rakipleriniz yeni müşterileri henüz bulamamışken sizin elinizden potansiyel müşteri olan bir çok kayıt bulunur.

    2) Ürünleriniz müşteriyi tatmin edecek kalitede olsun. Eğer müşteriler önceki yıllarda ürünlerinizin kalitesinden memun kalmadılarsa, sizin iletişime geçmeniz yeteri kadar etkili olamaz. Müşterileriniz her zaman kalitenizden emin olsunlar.

    3) Kesin müşteriler ile düşürdüğünüz fiyatlarınızı kâra dönüştürmek yerine indirim olarak onlara verin. Bu sayede hem müşteriniz eski müşteri olduğu için indirim aldığınız bilecek hem de siz onunla iletişime geçtiğinizde başka bir ürün aramaya çalışmayacaktır. Eğer fiyatınız yüksekse iletişime geçtinizde teklifinizi reddedecek ve alternatif arayışına geçecektir.

     

    Belki de okuduğunuz kitaplarda, makalelerde CRM hep pahalı yazılımlarla yapılan, maliyetli ve büyük kadro ile yapılan bir hareket gibi anlatılıyordu. Ancak CRM ticaretin en temeline oturtulduğunda başarıya ulaşır. Eğer pazarlamanın temelinde, müşterileriniz ile birebir ilişkiniz yoksa, ürününüzün başarıya ulaşması sizin için daha büyük bir külfet olacaktır.

  • Mühendis Olmak İçin Programalama Bilmek Gerekli Mi?

    Mühendis Olmak İçin Programalama Bilmek Gerekli Mi?

    Mühendisler, aldıkları eğitimin disiplini gereği, bilgiyi üretebilen, yeniden biçimlendirebilen, anlayabilen ve kullanabilen kimselerdir.

    Mühendis Olmak İçin Programalama Bilmek Gerekli Mi?

    Bilgiyi kullanan olmaktan üreten olmaya geçebilmek için önce anlama sanatına hakim olmamız gerekiyor. Bilgileri anlamak için atmamız gereken adımlar var. Bunlara şöyle bir göz atacak olursak:

    1. Bilginin toplanması
    2. Bilgilerin sınıflandırılması
    3. Bilgilerin ayrıştırılması
    4. Bilginin anlamlandırılması

    Bilgilerin toplanması bizim ülkemizde çoğunlukla anket yaptırmak anlamına geliyor. Ancak bunun için müşteri ilişkileri kanalları, internet kanalları, mağazalar kullanılabilir.

    Bu bilgiyi genellikle 3. firmalara toplatırar.

    Bilgilerin sınıflandırılması aşamasında ise bilgilerin ait olduğu konu başlıklarına göre dağıtılması gerekiyor. Bu işlem daha ziyade bilgilerin kullanılacakları departmanlara dağıtılıyor olması demek.

    Bilginin ayrıştırılması daha önce kullandığımız bilgilerin (üretim, pazarlama vs) dönüşlerini ilk kez karşımızda göreceğimiz an oluyor. Bu aşamada genellikle temel veri saklama çözümleri bilgileri kullanılır. Yani bir makina mühendisinin tasarladığı motor ile ilgili kullanıcı görüşlerini anlayabilmesi için SQL ile birazcık hamle yapması gerekebilir. Bu kadar anket ya da başka bir yolla toplanmış veriye bakarak “Pardon patron ben bu işleri anlamıyorum” diyemezsin sonuçta.

    Bilgiyi anladığımız zaman yenisini üretebiliyor olacağız, örneğin biz bir önceki paragraftaki motor örneğinde geliştirdiğimiz motor için kullanıcı görüşlerini anlayabilik. Artık elimizde “Nasıl Yapmalıyız?” ve “Nasıl Yapmamalıyız?” sorularına ait bazı cevaplar var.

    Bundan sonraki adımlarda yapacaklarımıza bu cevaplara göre soruları planlayabiliriz. Demek ki yeni bir bilgi üretebilmek için öncelikle eski bilgilere sahip olmamız, eski bilgileri anlamlandırmamız gerekiyor.

     

    Olmayan Bilgiyi Anlamak

    bilgi-islem-danismanlik Yukarıdaki örneklerde hep elimizde bir bilgi vardı. Bunun anlamlandırılması ile ilgili basit şeylerden sözettik. Şimdi gerçek bir örneğe geçiyoruz. Olmayan bilgiyi üretebilmek.

    Genelde Endüstri Mühendislerine nasip olan bu tarz işler, yüksek dozda risk ve sabahlama gerektirir.

    Olmayan veriyi üretebilmek için öncelikle üreteceğimiz bilginin benzerine sahip olmamız gerekiyor. Somut bir örnek verecek olursak, bir parekende giyim şirketi yeni bir şube açmak istediğinde, eski şubelere ait verilerden faydalanabilir.

    Kullanacağımız daha eskiye ait verilerimizi, statik olarak değil, dinamik modellere dönüştürmemiz gerekcek. Bu modele dönüştürdüğümüz an artık yeni verilerimizi rassal sayılar ile üretebiliriz.

    Bunun için programlama bilgisi belki de şart değil başka yöntemler ile bunları sağlamak mümkün. Ancak durumunuz hiçbir paket programın işleyemeyeceği büyüklükte, programın özelliklerinde barındırılmayan bir nitelikte olabilir. Bu durumlarda programlara kendi eklemelerinizi yapmanız gerekebilir. Ya da en baştan yazmanız.

    İçinde veriyi barındıran her işte, içinde ilişkiler olan her işte veriyi kullanmanız veya işlemeniz gerekiyor. Bu yüzden her mühendisin, yazılım bilgisinin bir nebzeye kadar bulunması çok önemli.