Avrupa kıtası için, 20. Yüzyılda yaşanan en önemli olaydan biri Türk Devrimidir. Üstelik bu devrim, dönemin İngiltere’sini sadece Anadoluda rahatsız etmemiş, diğer sömürge devletlerde de isyanlara ve kopmalara neden olmuştur. İran devriminin bile, esas kahramanı Mustafa Kemal Atatürk’tür.
Türk Devriminde öne çıkan kişi hiç şüphesiz, Mustafa Kemal Atatürk’tür. Ancak devrimi tasarlayan ve devrimi yapan kadro Osmanlı’nın bilgi ve kültür birikimini temsil etmektedir. Bu birim Jön Türkler’den, milleyetçilik akımından ve Avrupayı görmüş, iyi eğitimler almış askerler tarafından oluşturmuştur.
Birikim konusuna dokunmadan önce üzerine düşünülmesi gereken şudur: Bu kadro bu birikime nasıl hakim oldu? Osmanlı’da kurmaylar eğitimleri sırasınca en az bir yabancı dile hakim olurlardı, pek çoğu ikinci yabancı dili de öğrenirlerdi. Bu sayede gerek Osmanlı’ya gelmiş yayınları, gerek Avrupada buldukları yayınları okuyup, aldıkları eleştirel düşünce eğitimi ile, süzgeçten geçirip birikimlerine eklerlerdi.
Bugün Türkiye yine bir değişim yaşamak talebinde olduğu için böyle bir yazının yazılması ve üzerine konuşulması çok elzem gelir. Dünyadaki devrim hareketlerine, değişim hareketlerine baktığımız zaman bir fikri birikim dönemi görürüz. En kötü liderler ve en kötü devrimlerin bile altına bir fikri birikim vardır. Örneğin milyonlarca insanın ölmesine neden olan Adolf Hitler dahi, Nietzsche’den çok etkilenmiştir, üst insan mümkün ise üstün ırkın da mümkün olacağını söyleyip yola çıkmıştır.
Balkanlardaki bağımsızlık hareketleri çok öncesinde milliyetçilik akımlarından etkilenen fikirler üretmiştir ve bütün mücadeleleri bir fikriyat üzerine kuruludur. Zaten fikriyatın önemi de budur. Eğer bir amaç yahut bir mücadele fikirden ziyade insan üzerine yahut beşeri bir unsur üzerine kurulursa, bu mücadele insanın, beşeri unsurun ömrü ile sınırlı olur. Kalıcı olabilmiş bütün mücadeleler insan isminden çıkıp, bir fikri mücadeleye dönüştüğünde başarıya ulaşır.
Türk devrimi de bu şekilde oluşmuştur. Gazetelerde, İngiliz işgallerine karşı millyetçi yazılar yazmaya başlamış, tam bağımsızlığın nasıl olacağı konuşulmaya başlanmıştı Osmanlıda, üstelik Mustafa Kemal, Selanik doğumlu olduğundan bu tip akımlara çok daha aşina. Daha sonra Sofya’da görev yaptığı sürede, Bulgarların toplumu kültürel alanda örgütleme biçiminden çok etkilenmiştir.
Türk Devriminin üzerine kurulu olduğu taşların en temelde duranı, milliyetçiliktir. Milliyetçilikten kopuk bir Türk Devrimi düşünmek cahelattir. Bu milliyetçilik aslında devrimin üzerinde durduğu diğer taşları da ayakta tutmaktadır. Milli ekonomi sahibi olmadan bağımsız olunmaz ilkesi devrim sonrasında devletçilik olarak tezahür etmiştir. Bir toprak üzerinde yaşayan herkesin eşit olması gerçekliği devrim sonrasında halkçılık olarak tezahür etmiştir.
Örneğin, bugünlerde çokça eleştirilen harf devrimi, Cumhuriyetten eskidir. Abdülhamit’in dahi Latin Alfabesine geçilmesini ifade ettiği söylenir. Burada öne çıkan şey şudur, Türk Devriminde atılan adımlar bir anda karar verilmiş, ufak bir elit kesimin aldığı kararlar değildir. Tam tersine, Osmanlıdaki aydınların yıllardır üzerine konuştuğu, yazıp çizdiği ve ağır eleştirilerden sağ çıkmış düşüncelerdir.
Peki ya bugün? Devrim kesintiye mi uğradı?
19. Yüzyıl sonlarındaki Osmanlı ile kıyaslandığında bugün durduğumuz nokta çok da iç açıcı değil malesef. Bugün kimi aydın olarak niteleyeceğiz? Mücadeleleri ve fikirleri isimlerden bağımsız kimleri sayabilirsiniz? Eleştiriler, isimler üzerinden, konuşmalar isimler üzerinden. Toprak olanlar ne zamandan beri fikirler?
Not düşelim. 2016 yılında, hangi düşünceden olursa olsun, yapılan bütün konuşmalar, yazılan bütün yazılar şahıslar üzerinedir. Bu şekilde her yazılan, her çizilen, 6 ay sonra geçersiz hale gelmekte, gelecek nesillere kılavuzluk edecek üretim yapılamamaktadır.
Ülke tekrar parçalanıp, adalet dahi bölündüğünde mi yazacaksınız? O saatten sonra yazılmasın, söylenmesin. Söylenecek bir fikri olan varsa, bugün söylenmelidir. Bugünden başlayarak bir fikir birikimi oluşturmaya çalışırsan, ancak beş on sene sonra, insanlara ulaşıp, bazı şeyleri anlatabiliyor olacağız.
Lafın kısası, bugün geldiğimiz noktada aslına gazete ve televizyonlarda gördüğümüz sözde “analist”, “köşe yazarı”, “siyasi” kişiler, aslında magazindir, hani televole denirdi ya, tam olarak onlardır. Fikirden yoksun, ancak kişilere ve olaylara bağlı sahışlardır.
Şahsım nazarımda, bütün zorluklardan çıkış, fikriyata önem vererek herkesin önerdiği yolları konuşmaktır. Yolu bilmiyorsanız, duvarı aydınlatan ışığında bir anlamı yoktur.
30.10.2016